BİZİ TAKİP EDİN
Haberler 27 KASIM 2018 / 10:59

COŞKUN YILMAZ İLE MÜLAKAT

İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Dr. Coşkun Yılmaz ile İstanbul Kültür Çalıştayı’ndan yayın dünyamıza, son dönemin gözde kitap fuarlarından Müzede Bir Gece etkinliğine kadar pek çok konuda keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Dr. Coşkun Yılmaz ile İstanbul Kültür Çalıştayı’ndan yayın dünyamıza, son dönemin gözde kitap fuarlarından Müzede Bir Gece etkinliğine kadar pek çok konuda keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

İstanbul'un tarihi, sosyal ve kültürel birikiminin tüm yönleriyle ele alındığı İstanbul Kültür Çalıştayı, geçtiğimiz mayıs ayında düzenledi. Gerçekleştirilen çalıştayda 215 ilim, fikir ve kültür insanı İstanbul’u konuştu. Peki, siz çalıştaydan hareketle İstanbul'un dününü, bugününü ve geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

“İstanbul’u tanımlayabilir misiniz?” derseniz benim söyleyeceğim üç kelime vardır; İstanbul, İstanbul, İstanbul. Sonuna veya başına hangi kelimeyi getirirseniz getirin İstanbul’u tanımlayacak tek kelime yine İstanbul’dur. Biz, sadece kendisiyle tanımlayabileceğimiz bir şehir olan İstanbul’a dün nasıl baktık, bugün nasıl bakıyoruz ve yarın nasıl bakacağız? Yarını inşa edecek İstanbul nesillerini nasıl yetiştiriyoruz? Bu yönüyle değerlendirelim.

Öncelikle İstanbul neresidir?  Nerede başlar ve nereden biter? Bunların cevaplarına bakalım. Her asrın bir İstanbul’u var ama önce İstanbul’un neresi olduğu tanımında mutabık kalmamız gerekiyor. İstanbul, tarihî yarımada olarak tanımladığımız surlarla çevrili olan şehirdir. Günümüzde İstanbul neredeyse Tekirdağ’dan başlıyor Kocaeli’ne kadar uzanıyor. Biz düzenlediğimiz İstanbul Kültür Çalıştayı’nda merkeze tarihi İstanbul’u alarak değerlendirme yapmaya çalıştık. Aynı zamanda çalıştayda şehrin tamamını ilgilendiren kültür konularını ihmal etmemeye özen gösterdik.  İstanbul’un dününe döndüğümüzde bildiğiniz üzere çok uzun bir tarihî geçmiş ile karşılaşırız; Marmaray kazıları sırasında söz konusu olan bu geçmiş bir daha ortaya çıkmıştır. Arkeolojik bulgular İstanbul’un en az 8 bin 500-9 bin yıllık bir geçmişe sahip olduğunu işaret ediyor. Bu köklü geçmişin her döneminde İstanbul, gözde şehirdir. Bu sayede yaklaşık 1600 sene başkentliğini sürdürmüş; Roma ve Osmanlı İmparatorluğu gibi dünya tarihinin en uzun ömürlü ve en etkili iki büyük devletini içinde barındırmıştır. İstanbul geçmişi itibarıyla bugün insanlığa; dünyanın hiçbir şehrinin sunmadığı bir tecrübeyi, bir birikimi, bir barışı, bir huzuru ve bir yaşanmışlığı sunuyor. Özellikle Osmanlı dönemi İstanbul’u, etnik olarak dünyanın hiçbir mozaiğinin sahip olmadığı zenginliği içinde barındırıyordu. O yüzyıllarda bu şehirde her milletten ve her dinden insan kendi inanç ve kültür ikliminde yaşıyordu. Bu durumu dünyanın hiçbir şehrinde görmek mümkün değildi. Tarih sahnesinde, İstanbul kadar etkisini asırlardır sürdüren başka bir şehir yoktur. Bugünkü dünyanın gözde şehirleri olan Londra, Paris, Viyana, Berlin, Roma, Venedik ve Brüksel’in tarihi sürekliliğini ve İstanbul’un tarihi sürekliliğini yan yana koyun ve değerlendirin. Hiçbirisinin İstanbul kadar coğrafya ile kaderlerine etkili ve renkli bir şekilde bağlanmamış olduğunu göreceksiniz. İstanbul’un bugünü ise hepimizin yaşadığı şehir. Cumhurbaşkanımızın ifadesiyle biz, İstanbul’un hukukunu koruyamadık. Ama hukukuna sahip çıkma konusunda en üst düzeyde bir iradenin ortaya çıktığı bir dönemdeyiz. İstanbul’un geleceğine değinecek olursak aslında biz, bugünden itibaren şehrin geleceğini şekillendiriyoruz.

Göreve geldiğiniz günden itibaren “Kütüphanede Bir Gece" isimli etkinliği hayata geçirdiğiniz. Söz konusu etkinlikle okur ve yazarları Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde ağırladınız, geri dönüşleri nasıl oldu? Proje nasıl ortaya çıktı?
Bir milletin en önemli mekânları kütüphanelerdir. Bugün biz, geçmişteki bir milleti veya medeniyeti değerlendirirken kitaba, kütüphaneye ve yazıya dair olan yaklaşımlarına dikkat ediyoruz. Maalesef bizim kütüphanecilik geçmişimiz hem kendi tarihimizle uyumlu değil hem de bugünkü ihtiyaçlarımıza cevap verecek durumda değil. Son zamanlarda bu gidişat fark edildi ve oldukça önemli projeler hayata geçirilmeye başlandı. Mesela, geçtiğimiz aylarda Kültür ve Turizm Bakanlığı Rami Kışlası’nda Türkiye’nin en büyük kütüphanesini kurmak için çalışmalara başladı. Bu kütüphane son derece önemli bir projedir ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne kurulacak olan kütüphane de ehemmiyetli çalışmalardan olacaktır. Benim için asıl ümit verici olan bu kütüphane haberlerinin toplumda gördüğü karşılıktır. Son dönemdeki millet kıraathaneleri de dikkat çeken yerler arasındadır. İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü görevine geldikten sonra yakından ilgilendiğim konulardan birisi de kütüphanelerdi. “Kütüphanede Bir Gece” projesi ortaya çıkmadan önce kütüphanelerimizin mesai saatlerinde –mevcut personel yapımızı değiştirmeden- düzenlemelere gittik. İlk olarak mesai saatlerini 08-00-22.00 olarak değiştirdik. Sonrasında Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ni 24 saat açık hâle getirdik. Tabii bu süreç kolay olmadı, aksaklıklar yaşadık. Ama bu süreçte desteklerini esirgemeyen Nabi Avcı, Numan Kurtulmuş ve Ömer Arısoy’u hayırla anmak isterim. Benim öncelikli hedefim kütüphaneleri gündemde tutmak ve kütüphaneye ait bir iklim oluşturmaktı. “Bunu nasıl sağlarız?” diye düşünürken kütüphanede gece programı yapalım dedik. Ama söz konusu program akşam saatlerinde başlayıp bir veya iki saat içerisinde bitmemeliydi. Zira bizim kütüphanemiz –Beyazıt Devlet Kütüphanesi-  24 saat açıktı ve bizim de sabahlayacak okurlara ihtiyacımız vardı. Mevcut kütüphanelerden farklı olduğunu da bir şekilde duyurmamız gerekiyordu. Ayrıca ben, herkesin kütüphanelere dair bir hatırası, bir kütüphane dostluğu olsun istiyordum. Sabaha kadar sürecek olan “Kütüphanede Bir Gece” etkinliğini cuma akşam 23.00’te başlatıp cumartesi sabah 06.00’da bitirmeyi planladık. Duyan herkesin şaşkınlıkla karşıladığı yedi saatlik programın ilk konuğu, Yazar İsmail Kılıçaslan oldu. İlk program çok ilgi gördü, hâlâ daha hatırımdadır. Valimiz Vasip Şahin de çok destek oldu ve iki programa bizzat katıldı. Hatta Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ndeki bir programı Beşir Ayvazoğlu, Yavuz Bingöl, İskender Pala, Hasan Kaçan, Vasip Şahin ve Mevlüt Uysal ile yaptık. Söz konusu programlarda genç yazar kuşağının yer aldığı insanları da ağırladık. “Kütüphanede Bir Gece” programlarımız çok ciddi yankı uyandırdı, güzel geri dönüşler aldık. Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ndeki mesai uygulamasını Bakanlığımız, Türkiye genelindeki kütüphanelere de yaydı. Artık pek çok şehirde en azından bir kütüphane 24 saat açık olacak. Bizim programımızın benzeri Anadolu’nun birçok kütüphanesinde de yapıldı. Buna çok memnun oldum. “Kütüphanede Bir Gece”, başladığı andan itibaren kültür tarihimizde kendine mahsus bir yer edindi. Program beklediğimin üzerinde ilgi gördü. Bu yıl da kasım ayında tekrardan programımızı yapmaya başlıyoruz. İstanbul’da her yıl düzenlenen kitap fuarları ve sahaf festivalleri kitapseverlerin gözdesi hâline geldi.

Siz, fuarları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben, düzenlenen kitap fuarlarını hem şehrin hayat damarları hem de yayıncılığımızın kalp atış merkezleri olarak görüyorum. Her yıl yapılan kitap fuarları çok sayıdaki yayınevini, yayınladıkları yüzlerce eseri; zaman kaybetmeden bir arada görebilmemizi ve aynı zamanda mukayese yapabilmemizi sağlıyor. Haberdar olmayacağımız nice güzel yayınlara fuarlar sayesinde ulaşabiliyoruz. Fuarların en büyük katkısı okuru, yazarla ve yayıneviyle buluşturuyor olmasıdır. Günümüzde İstanbul’da hızla gelişen bir fuarcılık anlayışı var. Ben üniversitede öğrenciyken sadece Sultanahmet Kitap Fuarı (Dini Yayınlar Fuarı) vardı. Fuarın başlayacağı tarihi sabırsızlıkla beklerdim. Oradan aldığım kitapları hâlâ daha saklarım. Öncelikle İstanbul’da TÜYAP Kitap Fuarı düzenledi sonrasında CNR eklendi. Şu anda pek çok farklı kitap fuarı İstanbul’un kültür gündemini dolduruyor. Üsküdar, Sultanbeyli, Sancaktepe, Pendik son zamanlarda ilgi gören kitap fuarlarımızdan. Burada benim dikkatimi çeken Sultanbeyli Kitap Fuarı; söz konusu semt geçmişte iyi anmadığımız, gecekondu yerleşim tipinin yaygın olduğu ve geri kalmış bir yerdi. Fakat bugün kitap fuarları, şiir festivalleri ve bilimsel etkinlikleriyle gündeme geliyor. Sahaf festivalleri de okurların heyecanla beklediği etkinlikler arasında.

Genel itibarıyla Türk yayıncılığının eksik ya da yanlış tarafları var mıdır? Yeni dönemde yayıncılığımızın yol haritası neler olmalıdır?
Yayıncılık hususunda tabii ki eksik kaldığımız yerler var, netice itibarıyla insanız. Eksiklikleri bir tarafa alırsak “Biz yayıncılık sektörüne nasıl bakmalıyız?”  sorusunu değerlendirelim. Biz, yayıncılığı hem bir meslek hem hizmet ve en önemlisi de toplumsal uyanışın ve kalkınmanın temeli olarak görmeliyiz. Ayrıca yayıncılığa bir sanat dalı olarak da yaklaşmamız gerekiyor. Öncelikle bakış açımızı gözden geçirmeli sonrasında ise kitap anlayışımızı, estetik kaygılarımızı, iletişimi ve ulaşımı halletmeliyiz. Okuyucuyla buluşma anlayışımız ile üslubumuzu da tekrardan tahlil etmeliyiz. Söz konusu olan durumlarda ufak ufak adımlar atıldı ancak yetersiz. Bakış açımızı değiştirmemiz için daha çok bilimi, sanatı, toplumu ve insanı merkeze alan bir düstur ile iş yapmalıyız.